TEKNİĞİN OLANAKLARIYLA
YENİDEN ÜRETİLEBİLDİĞİ ÇAĞDA SANAT YAPITI
|
Ondokuzuncu Yüzyıl'ın akışı boyunca resim ve fotoğraf sanatları
arasında baş gösteren, birbirlerinin ürünlerinin sanat değerini
konu alan tartışma, bugün amaçsız ve bulanıkmış gibi gözükmektedir.
Ama bu, tartışmanın önemini azaltmamakta, tersine belki de vurgulamaktadır.
Gerçekte bu tartışma, dünya tarihi açısından dönüm noktası diye
nitelendirilebilecek bir değişimin, taraflardan hiçbirinin bu
yönüyle bilincine varmadığı bir değişimin ifadesiydi. Tekniğin
olanaklarıyla çoğaltım çağı, sanatı kült temelinden ayırdığında,
sanatın özerklik görünümü de sonrasız ortadan kalkmış oldu. Sanatın
böylece uğradığı işlevsel değişim ise çağın bakış açısının sınırlan
dışına taştı. Sinemanın gelişimini yaşayan Yirminci Yüzyıl bile
bu değişimi uzunca süre gözden kaçırdı.
Daha önce,
fotoğrafın bir sanat olup olmadığı sorusuna yanıt bulabilmek için
-fotoğrafın bulunmasıyla birlikte, sanatın karakterinin bir bütün
olarak değişip değişmediğini bir ön soru niteliğiyle ortaya atmaksızın-
boşuna çaba harcanmıştı; bunun hemen ardından sinemanın kuramcıları
da yanıt bulabilme bağlamında aynı aceleci tavrı takındılar. Gelgelelim
fotoğrafın geleneksel estetik anlayışının karşısına çıkardığı
güçlükler, sinema sanatınınkilere oranla çocuk oyuncağıydı. Sinema
kuramının başlangıçlarının belirleyici özelliği olan o körü körüne
zorlayıcı tutum, bu noktadan kaynaklanmadır. Bu bağlamda Abel
Gance, örneğin sinema ile hiyeroglifler arasında bir karşılaştırma
yapar: ''Bu noktada, bir zamanlar olup bitenlere yaptığımız, son
derece dikkate değer bir dönüş sayesinde, yeniden Mısırlıların
ifade düzlemine geldik... Resim dili, gözlerimiz henüz onu anlayacak
olgunluğa erişmediği için, daha olgunlaşabilmiş değil. Bu dil
içersinde kendini anlatana yönelik olarak henüz yeterince saygının,
yeterli kültün varlığı söz konusu değil.''(13)
Séverin-Mars ise şöyle yazar: ''Hangi sanat, bundan hem
daha şiirsel, hem de daha gerçekçi bir düşe kavuşabilmiştir! Bu
açıdan bakıldığında sinema, ötekilerle karşılaştırılması olanaksız
bir anlarım aracıdır; bu aracın atmosferinde ancak en soylu düşüncelerin
sahibi olan kişiler, yaşamlarının en yetkin ve en gizemli anlarıyla
yer alabilirler.''(14)
Alexandre Arnoux, sessiz film üzerine bir fantazyayı şu soru ile
neredeyse noktalar: ''Burada kullandığımız bütün o gözü pek betimlemelerin,
sonunda duanın tanımıyla eşanlamlılık kazanması gerekmiyor mu?''(15)
Sinemayı ''sanat'' alanına sokabilme çabasının bu kuramcıları
nasıl eşi görülmedik bir köktencilikle sinemada –yorum yoluyla-
dinsel öğeler bulmaya zorladığını gözlemlemek, çok ibret vericidir.
Oysa bu spekülasyonların yayımlandığı dönemde, L'Opinion Publique
ve La ruée vers l'or gibi filmler çevrilmiş bulunmaktaydı.
Gelgelelim bu, Abel Gance'ı hiyeroglifler karşılaştırmasından
alıkoymaz; Severin-Mars ise sinemadan, sanki Fra Angelico'nun
resimleri üzerine konuşuyormuş gibi söz eder. İlginç olan nokta,
günümüzde de aşırı tutucu yazarların sinemanın anlam ve önemini
aynı doğrultuda, dinsel olmasa bile doğa üstü denebilecek bir
alanda aramalarıdır. Werfel, Bir Yaz Gecesi Rüyası'nın
Reinhardt tarafından filme çekilmesiyle ilgili olarak yaptığı
saptamada, o güne değin sinemanın sanat alanına girmesini caddeleri,
iç mekanları, tren istasyonları, restoranları, otomobilleri ve
plajlarıyla birlikte, dış dünyaya ilişkin olarak verilen kısır
kopyaların engellendiğinden kuşku duyulamayacağını belirtir. ''Sinema
gerçek anlamının, gerçek olanaklarının bilincine henüz varabilmiş
değil... Bürün bunlar, sinemanın masalsı ve olağanüstü olanı doğal
araçlarla ve eşsiz bir İnandırıcılıkla dile getirebilme yeteneğinden
kaynaklanmaktadır.”(16)
VIII
Sahne sanatçısının
sanatsal edimi, izleyiciye doğrudan sanatçı tarafından, kendi
kişiliği aracılığıyla sergilenir; buna karşılık sinema sanatçısının
sanatsal edimi izleyiciye bir aygıt aracılığıyla sunulur. Bu ikincisinin
doğurduğu iki sonuç vardır. Sinema oyuncusunun edimini izleyiciye
sergileyen aygıt bakımından, bu edime bir bütünsellik niteliğiyle
saygı göstermek diye bir zorunluluk söz konusu değildir. Aygıt,
kameramanın yönetimi altında sürekli olarak bu edim karşısında
tutum alır. Montajcının kendisine verilen malzemeden oluşturduğu
tutumlar zinciri, montajı tamamlamış filmi oluşturur. Bu film,
belli sayıda devinim öğelerini kapsar; kamera, öğeleri bu nitelikleriyle
yakalamak zorundadır -yakın çekimler gibi özel ayarlamalar açısından
durum, elbet özellikle böyledir. Böylece oyuncunun edimi, bir
dizi optik testten geçmektedir. Bu, sinema oyuncusunun ediminin
aygıt aracılığıyla sergilenmesi olgusunun doğurduğu birinci sonuçtur.
İkinci sonucun kaynaklandığı olgu ise, sinema oyuncusunun, edimini
izleyiciye sunanın kendisi olmaması nedeniyle, tiyatro oyuncusuna
özgü bir olanaktan, temsil sırasında edimi izleyiciye göre ayarlayabilme
olanağından yoksun bulunmasıdır. Böylece izleyici, oyuncuyla kurulmuş
herhangi bir kişisel ilişkiden etkilenmesi söz konusu olmayan
bir bilirkişiye dönüşmektedir. İzleyicinin sinema oyuncusuyla
özdeşleşmesinin tek yolu, aygıtla özdeşleşmesidir. Dolayısıyla
izleyici de aygıtın tutumunu almakta, yani test yapmaktadır.(17)
Böylesi, kült değerler karşısında takınılabilecek bir tutum değildir.
IX
Oyuncunun izleyiciye,
kamera karşısında kendi kendine sergilediği kişilikten farklı
birini sergilemesi, sinema açısından hiç de önemli değildir. Test
edimi sonucunda oyuncunun geçirdiği bu değişimi ilk duyumsamış
olanlardan biri de Pirandello'dur. Pirandello'nun Si gira (Film
Çevriliyor) adlı romanında, bu konudaki düşünceleriyle konunun
yalnızca olumsuz yanını vurgulamış olması, söz konusu düşünceleri
çok az etkiler. Aynı düşüncelerin sessiz filme ilişkin oluşu ise,
geçerliliklerine hemen hiç zarar vermez. Çünkü sesli film, bu
durumda temel bir değişiklik yaratmamıştır. Önemli olan nokta,
yani bir aygıt için oynanması olgusu, varlığını korumaktadır.
''Sinema oyuncusu'', diye yazar Pirandello, ''kendini sürgündeymiş
gibi hisseder. Yalnızca sahneden değil, ama kendi kişiliğinden
de sürülmüştür. Kaynağı belirsiz bir tedirginlikle, o açıklanabilmesi
olanaksız boşluğu, bedeninin işlevini yitirmiş bir görüntüye dönüşmesinden,
kendisinin neredeyse bir duman olup uçmasından, bir an perdede
titredikten sonra sessizlikte yitip giden, dilsiz bir resme dönüşmek
için gerçekliğini, yaşamını, hareket ettiğinde çıkan gürültülerini
yitirmesinden kaynaklanan boşluğu hisseder... Küçük aygıt, izleyicinin
önünde onun gölgesiyle oynayacaktır; ve o da, aygıtın önünde oynamakla
yetinmek zorundadır.''(18)
Aynı olgu, şöyle de belirgin kılınabilir: insan, ilk kez olarak
–sinemanın doğurduğu sonuç, budur-canlı kişiliğinin tümüyle, ama
bu kişiliğinkendine özgü atmosferinden (Aura) vazgeçerek etkin
olmak zorunluluğuyla karşılaşmaktadır. Çünkü söz konusu atmosfer,
İnsanın şimdi ve burada'lığına bağlıdır. Bu atmosferin bir kopyasının
olabilmesi söz konusu değildir. Sahnede Macbeth'i saran atmosfer,
canlı izleyici kitlesinin gözünde Macbeth 'i oynayan oyuncuyu
saran atmosferden ayrılamaz. Film stüdyosunda yapılan çekimin
kendine özgü yanı ise, bu çekimin izleyicinin yerine aygıtı geçirmesidir.
Bu durumda oyuncuyu saran atmosfer, onunla birlikte de canlandırılanı
saran atmosfer zorunlu olarak ortadan kalkmaktadır.
Özellikle Pirandello
gibi bir oyun yazarının, sinemanın karakteristiğini belirlerken,
elinde olmaksızın tiyatronun yaşadığına tanık olduğumuz bunalımın
nedenine de değinmesinde şaşırtıcı bir yan bulunmamaktadır. Gerçekten
de, tümüyle mekanik yoldan çoğaltımın egemenliği altına girmiş,
dahası -sinema gibi- kaynağını mekanik yoldan çoğaltımda bulmuş
bir sanat eseri için, tiyatro sahnesindeki oyundan daha uç nitelikte
bir karşıtlık düşünülemez. Bu, derinlemesine yapılacak her gözlemin
doğrulayacağı bir durumdur. Uzman gözlemcilerin çoktandır yapmış
oldukları saptamaya göre, sinema yoluyla betimlemede en büyük
etkiler, hemen her zaman en az ''oynandığında elde edilebilmektedir...''
Arnheim'ın 1932'de yazdığına göre, bu bağlamdaki en son ''gelişme,
oyuncunun, karakteristik özelliklere dikkat edilerek seçilmiş
ve doğru yerde kullanılmış bir dekor parçası gibi ele alınmasıdır.''(19)
Bir başka noktanın bu durumla sıkı bağlantısı bulunmaktadır. Sahnede
eylemde bulunan oyuncu, bir role bürünür. Sinema oyuncusu ise
bu olanaktan çoğu kez yoksundur. Sinema oyuncusunun edimi bir
bütün olmayıp, tek tek çok sayıda edimden bir araya gelmedir.
Stüdyo kirası, rol arkadaşlarının bulunabilmesi, dekor vb. gibi,
hesaba katılması gereken rastlantısal noktaların yanı sıra, mekanizmanın
temel zorunlulukları da oyuncunun oyununu kurgulanabilir bir dizi
parçaya ayırır. Bu bağlamda birincil olarak önem taşıyan, ışıklandırmadır;
ışıklandırmanın kurulması, beyaz perdede bütünsel ve hızlı bir
akış gibi görünen bir olayın betimlenişinin bir dizi tek tek çekimle
gerçekleştirilmesini zorunlu kılar; bu iş ise stüdyoda kimi zaman
saatler alır. Daha somut kurgularda durumun özellikle böyle olması
ise doğaldır. Örneğin bir pencereden atlama sahnesi, stüdyoda
bir platformdan atlama olarak çekilebilir, bunu izleyen kaçış
sahnesi ise gerektiğinde haftalar sonra, bir dış çekim sırasında
gerçekleştirilebilir. Bunun dışında, daha da çelişkili şıkları
kurgulamak, zor bir iş değildir. Oyuncudan kapıya vurulması üzerine
korkması istenebilir. Belki bu iki olay arasındaki örtüşme, istendiğince
gerçekleşmemiştir. O zaman yönetmen, herhangi bir zaman, oyuncu
yine stüdyoda olduğundan, arkasında onun haberi olmaksızın bir
silah attırabilir. Sanatın, onca zaman gelişebileceği tek alan
sayılmış olan ''güzel görünüş'' alanından artık uçup gitmiş olduğunu
bundan daha çarpıcı gösterebilecek bir örnek yoktur.
NOTLAR
13)
Abel Gance, 1. c., s. 100/101.
14)
cit. Abel Gance, 1. c., s. 100.
15)
Alexandre Arnoux: Cinema. Paris 1929, s. 28.
16)
Franz Werfel: Ein Sommernahtstrum. Ein Film von Shakespeare
und Reinhardt. Neues
Wiener Journal,
cilt. Le, 15 novembre 1935.
17)
''Film, insan davranışları konusunda detayda kullanılabilir ipuçları...
verir (ya da verebilir)... Karakterden kaynaklanma her türlü motivasyon
devreden çıkar, kişilerin iç yaşamları hiçbir zaman asıl nedeni
oluşturmaz ve çok ender olarak olayın asıl sonucu niteliğiyle
belirginleşir'' (Brecht, 1. c., s. 268.) Test edilebilir olanın
alanının, aygıtın sinema oyuncusunun kişiliğinde gerçekleştirdiği
genişlemesi, yine test edilebilir olanın alanının, ekonomik koşullar
nedeniyle birey açısından olağanüstü genişlemesini karşılamaktadır.
Bu bağlamda olmak üzere, mesleğe uygunluk sınavlarının önemi sürekli
artmaktadır. Mesleğe uygunluk sınavında önemli olan, bireyin ediminin
kesitleridir. Gerek film çekimi, gerekse mesleğe uygunluk sınavı,
uzmanlardan oluşma bir kurul önünde gerçekleşir. Film setindeki
yönetmen, uygunluk sınavı sırasında Sınavı yönetenin durduğu noktada
durur.
18)
Luigi Pirandello: On tourne, cit. Leon Pierre-Quint: Signification
du cinéma: L'art cinématographique 11, 1. c., s. 14115.
19)
Rudolf Arnheim: Film als Kunst. Berlin 1932, s. 1761177.
Film yönetmenini sahne uygulamalarından uzaklaştıran, ikinci derecedeki
belli ayrıntılar, bu bağlamda daha büyük bir ilgi odağı olabilmektedir.
Dreyer'in Jeanne d' Arc'ta gerçekleştirdiği ve oyuncuyu makyajsız
oynatmaya yönelik deney, bunun örnekleri arasındadır. Dreyer,
dini mahkeme heyetini oluşturacak kırk oyuncuyu bulabilmek için
aylar harcamıştı. Bu oyunculara yönelik arama, sağlanması güç
donatımların aranmasını andırıyordu. Dreyer, yaş, yapı ve fizyonomi
açısından söz konusu olabilecek benzerliklerden kaçınmak için
çok büyük çaba harcamıştı. (cf. Maurice Schultz: Le maquillage:
L 'art cinématographique VI. Paris 1929, s. 65/66.) Oyuncu
donatıma dönüşünce, öte yanda donatımın da oyuncunun işlevini
yerine getirmesi, ender rastlanır bir durum değildir. Genel olarak
söylemek gerekirse, filmin donatıma bir rol verecek konuma gelmesinde
alışılmadık bir yan yoktur. Başı sonu belli olmayan bir dağarcıktan
gelişigüzel örnekler seçmek yerine, kanıtlayıcı gücü özellikle
yüksek tek bir örnekle yetinelim. işleyen bir saat,sahnede hep
rahatsız edici etki yaratacaktır. Onun rolünü oynamasına, yani
zamanı ölçmesine sahnede olanak tanınamaz. Astronomik zaman, natüralist
bir tiyatro oyununda da sahnedeki zamanla çatışacaktır. Bu koşullar
altında, bazen bir saatin gerçekleştirdiği zaman ölçümünü değerlendirebilmesi,
film açısından son derece kendine özgü bir durumdur. Belli koşullar
altında, tek tek, her donatımın filmde nasıl önemli işlevler yüklenebildiği,
en çok bu noktada belirginleşmektedir. Buradan Pudowkin'in şu
saptamasına uzanan yol, yalnızca bir adımlıktır: ''Oyuncunun bir
nesneyle bağıntılı ve o nesne üstüne kurulu oyunu... her zaman
sinema sanatının en güçlü yöntemlerinden biridir.'' (W. Pudowkin:
Filmregie und Filmmanuskript. Bücher der Praxis, Bd. 5.
Berlin 1928, s. 126.) Böylece film, maddenin nasıl insanla birlikte
oynadığını gösterebilecek konumdaki ilk sanat aracı olmaktadır.
Bu nedenle film, materyalist betimlemenin yetkin düzeydeki bir
aracı olabilir.
|